COVID-19 neredeyse yüz yıllık dönemde dünyayı etkileyen en büyük sağlık ve ekonomi krizi haline geldi. Kriz aynı zamanda derin eşitsizlikler de doğurdu ve yoksullar orantısız bir şekilde daha ağır bir yük üstlenmek zorunda kaldılar.
Örneğin, 2018 yılındaki kur krizine kadar yoksulluğun azalma eğiliminde olduğu ve son yıllarda eşitsizliğin artmakta olduğu Türkiye örneğini ele alabiliriz. Pandeminin etkilerini ölçmek amacıyla iş kayıpları ve hanehalkı tüketimleri hakkındaki mikro verilerin kullanıldığı son analizler, krizin 1,3 milyon yeni yoksul yaratabileceğini ve yoksulluğun azaltılmasında elde edilen kazanımları üç yıl geriye götürebileceğini göstermektedir.
Geçtiğimiz yıl Mart ayında pandeminin ilk patlak verdiği dönemde salgının yayılmasını kontrol altına almak amacıyla Hükümet insan hareketliliğini yüzde 70-80 oranında azaltan sıkı önlemler uygulamaya koydu. Bu önlemler sonucunda, ekonomik faaliyet sert bir şekilde daralırken Türkiye ekonomisi 2020 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 9,9 küçüldü. Küresel ticaretteki ve turizmdeki çok büyük kesintiler ile birlikte bu durum birkaç haftalık bir süre içerisinde 2,6 milyon kişinin (toplam istihdamın yüzde 9,2’si) işinden olmasına yol açtı.
Ancak rakamlara daha yakından baktığımızda pandeminin nüfusun farklı kesimleri üzerindeki etkilerinin önemli değişkenlikler gösterdiği görülmektedir. Şekil 1 işten çıkarmaların büyük bölümünün kayıt dışı işçileri, düşük vasıflı işçileri ve kadınları etkilediğini göstermektedir. Örneğin, kadın istihdamı konaklama, gıda, turizm ve diğer hizmetler gibi kısıtlama önlemlerinden yüksek derecede etkilenen alanlarda yoğunlaştığından dolayı işsiz kalma olasılıkları erkeklere göre üç kat daha fazladır.
Genel olarak, Türkiye’de gelir dağılımının en alt yüzde 40’lık dilimini temsil eden yoksul ve kırılgan (yoksulluk sınırının üzerinde yaşayan ancak ekonomik güvensizlik seviyeleri yüksek olan) kesimler, kriz sırasında kaybedilen her 10 işin 6’sını oluşturmaktadır (Şekil 2). Öte yandan, daha iyi durumdaki kesimlerin iş kaybı olasılığı daha düşük iken, gelir dağılımının en üst yüzde 10’luk dilimi net istihdam artışı bile kaydetmiştir.
Aynı zamanda, krizin en tepe noktasında, 4 milyon kişi (istihdamın %12,3’ü) zayıf iş beklentileri veya okul kapanışları sebebiyle işgücünden çıkmayı veya işgücüne dahil olmamayı tercih etmiştir. Bu gerileme kadınlar için özellikle endişe vericidir ve kadınların işgücüne katılımı Nisan 2019 ile Nisan 2020 arasında 5,2 puan azalarak yüzde 29,2’ye düşmüştür.
Kadınların işgücü piyasasına yeniden dahil edilmesi zorlu bir süreç olabilir. Türkiye’nin kadınların işgücüne katılım oranını benzer oranda yükseltebilmesi için on yıllık bir süre boyunca sağlam ve istikrarlı bir büyüme kaydetmesi gerekmişti. Kriz sebebiyle yaşanan gelir kayıplarına ek olarak, yüksek enflasyon –büyük ölçüde ekonomiyi canlandırmaya yönelik parasal ve kredi genişleme politikalarının da etkisiyle- yoksul hanehalklarının zaten düşük olan satın alma gücünü daha da baskılamıştır.
2020 yılının ikinci yarısında, düşük gelirli hanehalklarının tipik tüketim sepetinde yüksek bir paya sahip olan temel gıda ve hizmet fiyatları önemli artışlar kaydetmiştir: işlenmemiş gıda fiyatları yüzde 19,8, ekmek ve tahıl fiyatları yüzde 16,3 ve ulaşım fiyatları yüzde 14,7 yükselmiştir. Genel Tüketici Fiyatları Endeksi ise yüzde 12,6 yükselmiştir.
Eşit olmayan bir toparlanma
COVID-19 salgının ilk dalgasının bastırılması, canlandırma paketinin devreye sokulması ve hareketlilik kısıtlamalarının gevşetilmesi ile birlikte, 2020 yılının üçüncü çeyreğinde Türkiye ekonomisi güçlü bir şekilde büyümüştür. Eylül 2020 itibariyle, kaybedilen işlerin yüzde 72’si (1,9 milyon) yeniden kazanılmıştır. Ancak istihdamdaki toparlanma eşit olmayan bir şekilde gerçekleşmiştir ve daha çok kayıtlı ve vasıflı işçiler bundan yararlanmıştır.
Eylül itibariyle, yarım milyondan fazla kadın işgücü piyasası dışında kalırken yarım milyon işsiz kadın da işini geri kazanamamıştır. Bu eşitsizlikler sadece Türkiye’ye özgü değildir. Genel olarak, gelişmekte olan ülkelerden ve gelişmiş ekonomilerden gelen veriler yüksek ücretli çalışanlar için işgücü piyasası resesyonunun hem daha kısa olduğunu hem de daha yumuşak geçtiğini (örneğin ABD’de sadece üç ay sürmüştür), ancak gelir dağılımının en alt dilimindeki işçileri halen ağır bir şekilde etkilemeye devam ettiğini göstermektedir.
Sağlam ve sürdürülebilir bir toparlanma için, birçok kişi pandemi sonrasında ekonomilerin daha yeşil ve bilgiye ve teknolojiye dayalı hale getirilmesi üzerinde yeniden odaklanılması çağrısında bulunmaktadır. Bu kriz aynı zamanda COVID-19’un daha belirgin hale getirdiği ve daha da ağırlaştırdığı başka bir uzun süreli kritik zorluğu aşmak için de büyük bir fırsat sunmaktadır: artan eşitsizlik.
Türkiye’de hükümet hızlı ve kararlı bir şekilde harekete geçerek sosyal transferlerin, işsizlik sigortası ödeneklerinin ve ücretsiz izin desteklerinin arttırılması gibi bazı etki azaltma önlemlerini uygulamamış olsaydı yoksulluk üç kat daha artabilirdi. Türkiye Hükümeti’nin pandemi etkilerini hafifletmeye yönelik çabaları övgüye değerdir ve etkili olmuştur, ancak artan eşitsizlikleri giderilmesi için daha fazla politika eylemi gerekli olacaktır.
En acil olarak ele alınması gereken zorluklar arasında dezavantajlı hanehalklarının geçim kaynaklarının ve insan sermayesinin korunması yer almaktadır. Çok sayıda insanın iş bulamadığı veya yeterli süre çalışamadığı bir ortamda, asgari düzeyde bir tüketimi güvence altına almak için devam etmekte olan acil sosyal yardım desteklerinden sağlanan yardımların süresinin ve seviyesinin arttırılması gerekecektir.
Kentsel bölgelerde yaşayan ve kriz müdahaleleri kapsamında sağlanan ücret desteği mekanizmalarının kapsamadığı serbest çalışanlara (ki bunlar toplam istihdamın yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır ve çoğunlukla yüksek riskli sektörlerde vasıfsız işçi olarak çalışmaktadırlar) öncelik verilmelidir.
Krizin eğitim üzerindeki etkileri ciddi bir endişe kaynağı oluşturmaktadır. Dünya Bankası’nın Sonbahar 2020’de yayınlanan Avrupa ve Orta Asya Ekonomik Güncelleme Raporuna göre, bölgede okulların kapatılması sebebiyle öğrenme bazında bir okul yılına yakın bir eğitim kaybı yaşanacaktır. Bu kayıpların çoğu dijital uçurumun etkisiyle düşük gelirli ailelerin çocukları tarafından yaşanacaktır.
Türkiye’de yoksul ailelerin sadece yüzde 6’sının bir bilgisayarı bulunmaktadır ve her üç yoksul hanehalkından ikisinin internet erişimi bulunmamaktadır. Uzaktan eğitimi güçlendirmeye yönelik halihazırda uygulanan stratejilere ek olarak, Türkiye’nin erken yaşta eğitime yapılacak yatırımları ve okula yeniden dönüşü sağlayacak, yoksul çocukların akranları ile olan öğrenme açıklarını kapatacak ve kitlesel okul terk riskini azaltacak öğrenme desteklerini arttırması gerekecektir.
Son olarak, pandeminin yarattığı koşullar işgücü piyasasında daha önce de mevcut olan, evde çalışmaya ve otomasyona geçiş gibi yapısal değişimleri hızlandıracaktır. Bu güçler özellikle vasıfsız işçiler olmak üzere belirli işgücü türlerine olan talebi zayıflatacaktır. Türkiye’de işlerin yaklaşık yüzde 10’u evden yapılabilmektedir, ancak bunların çok büyük bir çoğunluğu sadece vasıflı işçiler için uygun olan sektörlerde ve mesleklerdedir. Bu açıkların daha da genişlemesini önlemek amacıyla, birçoğu halihazırda Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) tarafından uygulanmakta olan beceri kazandırma kurslarının, eğitimlerin ve diğer aktif işgücü piyasası müdahalelerinin pandemi sonrası ekonomide sürdürülmesi ve derinleştirilmesi gerekecektir.
Küresel ve bölgesel eşitsizlik sürecini değiştirmek ve toparlanmayı sadece sağlam ve sürdürülebilir değil aynı zamanda daha eşitlikçi yapmak için henüz çok geç değildir. Bugün güvene, dayanışmaya ve her şeyin ötesinde daha fazla kapsayıcılığa şimdiye kadar hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyoruz.
Join the Conversation