Türkiye’nin son on yıldaki dikkat çeken ekonomik büyümesi oldukça bahsedilen bir başarı hikayesi olmuştur. Ülkenin kişi başına gelirini üç katına çıkardığını ve dünyadaki 16. büyük ekonomi haline geldiğini sık sık duyarsınız. Bu ekonomik büyümenin içerici olduğunu, beraberinde yoksulluğun azaltıldığını ve sağlık ve eğitim alanlarındaki sosyal hizmetlere erişimin arttırıldığını ise daha az sıklıkla duyarsınız. Öte yandan, sosyal hizmetlerin genişletilmesi ile ilgili bu sosyal tartışmalar nadiren kişi sayısının ifade edilmesinin ötesine geçerek sektörlerdeki değişimin dinamiklerini ele alır. Sosyal sektörlerdeki değişimin dinamikleri gelecekteki ilerlemenin habercisi olabileceğinden dolayı, tartışmalardaki bu eksiklik büyük bir şansızlıktır. Okuyucuların dikkatini eğitim sektöründeki gözden kaçan bir ilerlemeye çekmek istiyorum.
Türkiye’de eğitim reform kadar çekişmeli ve ateşli bir şekilde tartışılan konu sayısı çok azdır. Yakın zamandaki tartışmalar zorunlu eğitimi 8 yıldan 12 yıla çıkaran “4+4+4” kanunu üzerinde odaklanmıştır. Yeni kanun ortaöğretimin ilk kademesinden ikinci kademesine (ortaokuldan liseye) geçiş il ilgili kuralları, eğitimin farklı düzeylerindeki çocukların gidebilecekleri okul ve müfredat tercihlerini değiştiriyor. Bazı tartışma konularının geçmişi cumhuriyet kadar eskidir –laik bir devletin eğitim sisteminde dini eğitimin rolü gibi- ve bunlar şu an için yeni kanunun getirdiği değişiklikler bağlamında büyük bir duygu yaratmaya devam ediyor. Bu tartışmaların çoğunun en son ortaya çıkış şeklinin altında yatan etken, son on yılda Türkiye’de eğitim sektöründe yaşanan ilerleme ile ilgili görüş farklılıklarıdır.
İlginç bir şekilde, eğitimin kalitesi ile ilgili tartışmanın ampirik boyutu eksiktir. Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte Dünya Bankası Türkiye’nin PISA verilerini analiz etmiştir ve birkaç ilginç ve cesaret verici sonuca ulaşmıştır (Rapor linki). Kısaca özetlemek gerekirse, sistem etkileyici bir boyutta genişlemiştir; orta öğretimde net okullaşma oranı 2001-2 eğitim-öğretim yılında yüzde 50 iken şu anda yüzde 67’nin üzerine çıkmıştır (aynı dönemde kızların okullaşma oranı yüzde 43’ten yüzde 66’nın üzerine çıkmıştır) ve orta öğretim sistemine 1,5 milyondan fazla öğrenci eklenmiştir. Ayrıca PISA verileri bu genişlemenin yanında 2003-2009 döneminde 15 yaş grubu çocukların PISA sonuçlarında 20 puan ve üzerinde bir iyileşme olduğunu göstermektedir –her bir öğrencinin öğrenim süresine yarım okul yılı ilave edilmesi ile eşdeğer bir iyileşme. Daha etkileyici bir sonuç ise, bu iyileşmelerin çoğunluğunun dezavantajlı geçmişe sahip öğrencilerden gelmiş olmasıdır. Gelecek için yapılması gereken daha çok şey olmakla birlikte, okullar arasındaki ayrışma, erişimdeki ve eğitim performansındaki eşitsizlikler önemli ölçüde azalmıştır.
Analizimiz, ekonomik kalkınma ve gelir düzeyi düşünüldüğünde Türkiye’nin PISA’daki performansının beklenenden daha yüksek olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin 450 puan civarında olan okuma, matematik ve fen bilimleri puanları, kişi başına düşen GSYH düzeyi göz önüne alındığında ortalamadan daha iyi durumdadır. Türk öğrencilerin 2009 yılındaki ortalama PISA puanı gelir düzeyine beklenen seviyeden yaklaşık 10 puan daha yüksektir. Öğrencilerin sosyoekonomik düzeyi ve kişi başına düşen GSYH düzeyi göz önüne alındığında bu performans çok daha etkileyici görünmektedir. Bu husus da hesaba katıldığında, Türkiye ortalamanın neredeyse 70 puan üzerinde bir performansa sahiptir (Şekil 1). Aslında bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin performansı Kore ve Singapur ile birlikte 65 katılımcı ülke arasında neredeyse en yükseklerden birisidir.
Türkiye’nin Şekil-1’de görülen nispeten güçlü performansı, yıllar boyunca eğitim kalitesinin yükseltilmesi ve öğrenci performansında eşitsizliğin azaltılmasına yönelik çabalar sayesinde başarılmıştır. Ülkenin üç PISA disiplinindeki (oluma, matematik, fen) puanları 2003 ile 2009 yılları arasında 20 puanın üzerinde keskin bir şekilde yükselmiştir. Aynı zamanda, PISA puanlarındaki bu kazanımlar büyük ölçüde düşük ve orta düzeyde başarılı öğrencilerden geldiğinden dolayı öğrenci performansındaki eşitsizlikler de azalmıştır. Örneğin, en düşük performansa sahip yüzde 1’lik dilimde yer alan öğrencilerin performansı okumada 30 puan, matematikte 33 puan ve fende 25 puan yükselmiştir; en düşük performansa sahip öğrencilerin kaydettiği artışa göre daha az olmakla birlikte en yüksek performansa sahip öğrencilerin performansı da ortalama olarak yükselmiştir (bakınız Şekil 2). Aynı dönemde, 15 yaş grubu gençler arasındaki net okullaşma oranı PISA’ya göre yıllık yüzde 7,8 gibi güçlü bir oranda yükselmiştir ve bu durum bu iyileşmeleri daha dikkat çekici hale getirmektedir.
Eğitim sonuçlarındaki iyileşmeler kısmen yaşam standartlarındaki genel artıştan (dolayısıyla genel anlamda yeni nesil için daha iyi fırsatlardan) kaynaklanmış olmakla birlikte, eğitim hizmetlerinin etkililiğindeki artış da önemli bir rol oynamıştır. Dolayısıyla, her bir öğrencinin ailesinin sosyoekonomik statüsü 2009 yılında 2003 yılına göre öğrencinin PISA sonuçlarında daha az etkili olmuştur. Analizimiz daha düşük yüzde yirmilik dilimlerdeki öğrencilerin PISA puanının en üst yüzde yirmilik dilimdeki öğrencilere göre çok daha dikkat çekici bir şekilde yükseldiğini göstermektedir (bakınız Şekil 3). Bunun sebebi iki PISA testi arasındaki dönemde eğitim hizmetleri sunumunun daha etkili hale gelmesidir – neredeyse Türkiye’deki tüm öğrencilere sunulan eğitim hizmetlerinin iyileşmesi ve eşitsizliklerin azaltılması.
Geleceğe Bakış: Bu başarılara rağmen, halen aşılması gereken bazı zorluklar bulunmaktadır. Türkiye’de 15 yaş grubundaki ortalama bir öğrencinin performansı halen OECD ortalamasının bir tam yıl (veya 40 PISA puanı) gerisindedir ve sosyoekonomik geçmiş eğitim sonuçlarında diğer OECD ülkelerine göre daha önemli bir belirleyici olmaya devam etmektedir. Türkiye’de 15 yaş grubundaki öğrencilerin yaklaşık yüzde 25’i okuduklarını analiz edip anlayabilecek kadar iyi okuyamamaktadır, dolayısıyla OECD tarafından “fonksiyonel olarak okuryazar olmadığı” kabul edilmektedir. Ancak bu oran 2003 yılından bu yana hızlı bir şekilde düşmektedir (yüzde 36’dan). PISA 2012 testlerinin sonuçlarının ve verilerinin Aralık 2013’te açıklanması beklenmektedir ( http://www.oecd.org/pisa/aboutpisa/) ve bu veriler 2009 yılına göre kaydedilen ilerlemenin daha ayrıntılı bir şekilde analiz edilmesine olanak tanıyacaktır. Eğitim performansı ile ilgili verilerin sürekli analizi, Türkiye’de devam etmekte olan eğitim tartışmalarına ışık saçacak ve Kore, Singapur ve Finlandiya gibi dünyada eğitim alanında en iyi performansa sahip ülkeler ile olan farkın tamamen kapatılabilmesi için ihtiyaç duyulan politikalar üzerinde daha geniş bir uzlaşı sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Geleceğe ilişkin opsiyonları Milli Eğitim Bakanlığı ve Dünya Bankası tarafından ortaklaşa düzenlenen bir Konferans’da tartıştık. Türkiye son zamanlarda elde ettiği kazanımları sürdürülebilecek mi, ya da daha da hızlandırabilecek mi? Ve bu amaca yönelik hangi önlemler en fazla katkıda bulunabilir? Online görüşlerinizi bekliyorum.
Join the Conversation